29 Temmuz 2011 Cuma

Alper'e Mektup (Roma)

Sevgili Alper,

Seni seviyorum diyorum ya her seferinde. İşte o başka sevmelerimin sebebi arıyor, arıyor bulamıyorum. Farklı çocuksun diye sevmiyorum, içtensin diye de değil. Küçüklüğünde gördüğüm için de değil. Nedensiz sevgim var sana, nedenlemeden de seveceğim seni.

Onun için aç kulağını, gözlüğünü düzelt, iyi bak buraya.

Avrupa garip bir büyücüydü zamanında. Gittin, gördün, biliyorsun. Büyülenen milyonlar oldu, en başta Amerikanlar. Atalarının açık mirasına bakmaya gelenlerle doldu taştı Avrupa. En ilkel, en kötü şeyler denenirken kimse bakmadı ama oraya. Hep bir başınaydı. Sürekli birilerini yolladı, şimdi de almaya başladı. Almaya başladıklarından korkar oldu. İsmine fobi dedi, her yerde karşısına çıktı. Özgürlüğü kısıtladı, ama özgürlük diye bangır bangır bağırdı. Garip garip gençler birikti bünyesinde. Rengârenk böyle, her şeye kızan, bir yandan seven, kendi dünyasını inşa eden, özgürlük seven. Ha böyle dedim diye, boşlukta kavrulan, varoluş mekanizmasında kaybolmaya yüz tutmuşlardan bahsetmiyorum. Ayağının üstünde, düzgün düzgün yürüyenler. Genelde kendini öğrencilikte bulan, sevgiyle beslenen bir kesim.

İşte onları bul önce. Kendin gibileri yani. Kalbinden dolayı açık biri olan ve düşüncelerindeki bulanıklığı sana bulaşık yıkatırcasına dayamayan.

Sonra maceralar birikmeye başlıyor ya. En çok bu kısmı güzel. Kalabalığı yarmaya çalışıyorsun, kısıtlanıyorsun. Fotoğraflara başlıyorsun, gene yoruluyorsun. İnsan nefesiyle tanışıyorsun, boğuluyorsun. Hava durumu için gazete uçlarına bakıyorsun bu sefer. Otellerde uğraşmıyorsun, bu mükemmel. Çünkü hepsi kurt kapanı gibi buluyor seni her bir tren durağında.

Aldanma onlara.

Acıkınca da marketin kapılarını aralama hemen. Yılma. Su içme, şekerli bir şeyler al ki hem su, hem de kanının dengesini ayarlasın. Akşam marketleri, manavlar ve köşe dükkanları kullan. Olmayınca zaten globalleşmiş dünyanın kapitalist markalarındaki indirimler bizi bekleyecek orada, durmadan. Yoksa kahve makinalarından 75 cent’te kapuçino, 60 cent’e limonlu çay alırsın Roma’dan. En ucuz orada.

Ama kapuçino ve kuruvasan’ı Roma Termini’de, peronların çaprazındaki yerde ye. Tadı asla silinmesin senden, kitap okumaya kalkma orada. İnsanları izle yavaş yavaş. İtalyanların hızına doyamayacaksın zaten. Ağızları oynatışı ve güzellikleri karşısında göz kırpacaksın kendine.

Uyuyacaksan Termini’yi seçme derim, Bangladeşli tanıdığın yoksa. Aşağılara doğru git, ta o meşhur Vittorio Emanuele’den aşağı in. Sokak aralarındaki cıvıltı önce seni uyutmasa da, Piazza Navona’ya gel. Arada bir sokakta yatırmazlarsa, sen de o kahve makinelerinin olduğu yerlerdeki aralıkları kullan. Zaten ne polisi sert davranır, ne vatandaşı.

Gene de kapkaç dikkat etmeli. Ne kadar değersizse mülklerimiz o zaman özgürleşiriz ama sana lazım olacaklar var: terlik ve havlu gibi. Asla unutma bu ikiliyi.

Roma gez gez bitmiyor. Unutma ama bir park var. Oraya gitmezsen kızgın olurum. Adını bilmediğim o park. Ama işte, işte burası! http://www.360globe.net/italy/rome/piazza-fiorenzo-fiorentini.html buradan çirkin gibi. Ama gidince anlayacaksın.

Bitmiyor dedik ama git-kaybol ve telaş etme. Sakinliğin ile öldür o korkunç metrolarını. (tamamen bulamamak için bir metro sistemi yapmış olmaları gerçeği var). Pizza ye. Dondurma da ye. Sakın “bubble” aromalı alma, öksürük şurubu tadını sen de sevmiyorsan. Pizzayı restorantta yersen, ekstra ücret alıyorlar. Kendi yerini kendin bul, kedilere de ver biraz.

Vaktin kalmayacak ama, kalırsa trenle Pompeii’ye git. 

24 Temmuz 2011 Pazar

Murathan Mungan'ın Gece Nöbeti isimli şiiri var ya.
Gerçekten bir şeyleri daha kopardı içimden.
Eminim aynı hisle telaşı hissedecek birileri daha vardır.
Nasıl,
nerede,
ne şekilde bilemiyorum ama.


"İyi ol..
Sağ ol..
Uzak ol..
Ama bir daha görme beni.."

21 Temmuz 2011 Perşembe

Zweig'ın Buluşmalar'ı Üzerine

Stefan Zweig  “Begegnungen mit Menschen, Büchern, Stadten”
(S. Fischer Verlag, 1955, Berlin)

Ahmet Arpad çevirisi ile bilinen ismi “Buluşmalar – insanlar, kentler, kitaplar” (Yordam Kitap).

Zweig, 1881 Viyana doğumlu, ünü günümüze kadar gelen bir romancı, oyun, biyografi deneme yazarı ve gazeteci. Çeşitli, dolu geçen eğitim hayatının ve savaşların ardından Yahudi kökeni yüzünden bulunduğu yerden gitmeye zorlanmış, Avrupa’da çeşitli illerde yaşamıştır. Hayatının hemen her anında kalemi elinden düşmeyen yazar çeşitli türlerde eser vermişse de, ölümsüzlüğü adına gerçekten çalışmıştır.

Yazar sadece kendi mesleğinde ilerlememiş; bugünkü Avrupa’nın düşünsel temellerinde yer alan taşları zaman zaman metinlerden taşırsa da, Salzburg’da yaşadığı süre içinde çeşitli yollarla dönemin aydınlarına ve diplomasisine fikir alışverişlerinde bulunduğu söylenir. Ki, örneğin adı geçen kitapta adım adım izlenen “Avrupa Öğrenciler Arası Eğitim Birliği” ile LL Erasmus programını çok öncesinde anlatırken, İsrail oluşumu sırasında antisemitist ve ya semitist düşünceler eşliğinde fikirlerini çok rahat bir şekilde ortaya koymuştur. Ancak, idareten edindiğim ironisi ise kitabın içinde gerçekleşmektedir:

Zweig, Londra’da 1937 yılında kitabın ön sözünü kaleme aldığında şu cümleleri okurları ile buluşturur: “(…)Bu yazılar, gençliğinde beni yüreklendirmiş olan olayların, mutluluğun, kazancın ve deneyimlerin birikimidir. Onlar, insanlarla, kentlerle, kitaplarla, resimlerle ve müzikle buluşmalardır. Kimi zaman kişiyi coşturan, kimi zaman ise aklını başına getiren anlardır. Belki bazı okurlar bu yazılarda, günümüzde çoğu insan için (ne yazık ki) pek önemli sayılan bir konuyu, politikayı bulamayacaklardır. Eğer kitap bir anlamda bir bütün oluşturabiliyorsa, ancak yaşamım boyunca inandığım her zaman tarafsız kalma ilkem sayesinde mümkün olmuştur bu. (…)”

Politik anlamda, kitapta –hatırladığım ve dikkatimden kaçırmadığım kadarıyla- elbette direk olan söz edilen bir parti, eleştirilen bir hükümet veya sağ-sol ikilemesinin yarattığı seçme zorunluluğu gibi belirlenmiş bir kimlikte yazılmadığı doğru. Oldukça. Ama gelin görün ki tarafsızlık konusunda yanılgılara düşmüş olması, böyle büyük bir yazarın ilk cümlelerinden duymak benim için üzücüdür. Tarafsızlık derken pasif bir akıl çizmemekle birlikte, tarafını kitabın ince detaylarında bulmak mümkündür de aynı zamanda. Şimdi sizlere sorarım: Ne zaman, ne ile tarafsız kaldığınızı düşündünüz? Zweig’ı düşündüren geçmişteki acıları mıydı? Yaşanan acılar tarafsızlığı da öldürür mü? Veya sizce tarafsızlık hiç var oldu mu?

-
Kitabın ismine aksi dört bölüme ayrılmış olması ile ilkin “İnsanlar” bölümü bizi kapılarını açarken yaptığı konuşmaları-konferansları, dönemin büyük insanları ile yaşadıkları anıları, doğum günü ve ya hayranlık mektupları, saygı, sanatsal kaygı ve vedalarını dile getirir. İçtenliği ve akıcı dili ile gözler önüne gelen imgelerle Zweig’ın anılarına bir eş oluşturursunuz bu bölümde. Sevdikleri ve yorumlarıyla fikir birliği ve ayrılığına gider, birden bire kendiniz ile tartışmaya gidersiniz.

İkinci bölüm ise Zamanlar’dır. Zamanlarla Buluşmalar. Savaş dönemlerini, tarihte yaşanan burjuvazi çelişkilerini ve çekişmelerini, Avusturya’dan çıkan Neue Freie Presse (Yeni Özgür Basın) isimli gazeteden alınan I. Dünya Savaşı zamanı yazılan metinleri, umursamazlıklar, felaketler, Avrupa sorunları ve Kadın Haklarının ateşlenmesi zamanlarından gelen düşünce ve konuşma metinlerini konu edinir.

Üçüncü bölüm Kentler’e ayrılmıştır: gezi yazılarının toplamalarıdır, ancak Paris, Brüksel, Roma’yı gezmek yerine dünyada belki bildiğiniz, belki ilk defa duyacağınız yerlere götürmeye karar verir. Panama Kanalı, Ypern, yaşadığı bazı illeri ve hayran olduğu o Rusya’yı ve niceleri anlatmaya başlar. O yazdıkça görmek yerine kıskançlığa bırakırsınız kendinizi. En azından naçizane “gezi-kıskançlığı” kavramını kitap yüzünden veya sayesinden bilime armağan edebilirim.

Dördüncü ve en son bölüm “Kitaplar” Buluşmalar’ın bitmesine yakın güzel bir gerçekle başlar: “(…) Günümüzde düşün hareketinin temeli kitaplardır. Materyalizmden daha yüce olan ve adına kültür dediğimiz yaşam şeklinin kitaplar olmadan gerçekleşmesi mümkün değildir. Kitapların, insan ruhunu özgürleştiren, hatta bir yerde dünyayı yaratan gücünün özel yaşamdaki etkileri sonsuzdur, ancak biz çoğu zaman farkında değilizdir. Kitaplar günlük yaşamın ayrılmaz parçasıdır, onun varlığına teşekkür borçlu olmamız gerekir. Nasıl her nefes alışımızda ciğerlerimiz hava doluyor, görünmeyen bu besinle damarlarımızdaki kakanı besliyorsak; okuyan gözümüzle de düşün organlarımızı sürekli canlandırıyor ve onları yoruyoruz. (…)”

Bu kadar övgü, bir yazara normal ve gerçekçi gelmesi onun Goethe’ye, çoğu Rus yazarına, Rimbaud’a ve nice yazarlara duyduğu hayranlık ve yine yaptığı konuşmalarla oluşturur. Yazarın besin kaynağı kitaplara teşekkürünü etmeden önce, bu kitabı başucu yaparak, zaman zaman rehber gibi kullanılmasını sağlayan Zweig’a, 2011 yılından teşekkür borçlu olduğumu düşünüyorum.

Yeni defterimi görücüye çıkarıyorum.



Gittiğim yerleri yazdığım seyahatnamem vardı aslında. Düşündüm ki, aklıma da o an geldi, en iyisi gittiğim müziksel ziyafetleri paylaşacağım bir kağıt olmalı. Ben de bunu seçtim. Dnr'dan siz de alabilirsiniz, bulabilirseniz.

19 Temmuz 2011 Salı

Sevgili Günlük,

Sanırım Last Fm'imin psikolojisini metal müzik ile bozdum.
İnsanlara güvenmenin komik olduğunu gördüm.
Güvenmemenin de. Çelişkiler yaratırım günlük.
Annemlerin fotoğraf makinesini çok da güzel kırdım.
Rock'n'coke'ta çok dans ettim.
Hala kendime kiralık bir ev bulamadım. Bunu yazarken de yetkililere sesleniyorum.
Bir de bacak almak deyimine yabancılaştım, çünkü 60 kere söyledim.
Şimdi MGMT dinleyip birilerinin mutluluğunu dileyen süper bir insan oldum. Ama şimdilik.

14 Temmuz 2011 Perşembe

Geceleri Doctor Who izleyip yatıyorum ve korkunç kabuslarla uyanıyorum. Sorun sanırım ilk serideki Doktor'un kulakları.

12 Temmuz 2011 Salı

Sahtemsi

Türkçe'nin sevmediğim yanı kelime türetiminin NAHOŞ ve BİLİNÇSİZCE de yapılabilmesidir. "Sahtemsi" ne demek kadın! Ne eski, ne yeni, ne ağız, ne lehçe ne de aksan. Nasıl uğraşıp Türkçeleştirme yapıyorsunuz kafadan?
Kızgınım dağlar.

8 Temmuz 2011 Cuma

Münih

Münih filmi hakkında şöyle bir anı geçti:
"Münih'te uyuyakalmışım nasıl oluyorsa, gözlerimi bir açtım yarısında; Eric Bana bakıyor."
Artı, filmi Stuttgart'ta açıp izlemeye başladım, Antalya'da da 15 dk derken, film Ankara'da bitti.
Imdb'ye sırf bu yüzden film için 10 verilir arkadaş.