Sevgili Alper,
Seni seviyorum diyorum ya her seferinde. İşte o başka sevmelerimin sebebi arıyor, arıyor bulamıyorum. Farklı çocuksun diye sevmiyorum, içtensin diye de değil. Küçüklüğünde gördüğüm için de değil. Nedensiz sevgim var sana, nedenlemeden de seveceğim seni.
Onun için aç kulağını, gözlüğünü düzelt, iyi bak buraya.
Avrupa garip bir büyücüydü zamanında. Gittin, gördün, biliyorsun. Büyülenen milyonlar oldu, en başta Amerikanlar. Atalarının açık mirasına bakmaya gelenlerle doldu taştı Avrupa. En ilkel, en kötü şeyler denenirken kimse bakmadı ama oraya. Hep bir başınaydı. Sürekli birilerini yolladı, şimdi de almaya başladı. Almaya başladıklarından korkar oldu. İsmine fobi dedi, her yerde karşısına çıktı. Özgürlüğü kısıtladı, ama özgürlük diye bangır bangır bağırdı. Garip garip gençler birikti bünyesinde. Rengârenk böyle, her şeye kızan, bir yandan seven, kendi dünyasını inşa eden, özgürlük seven. Ha böyle dedim diye, boşlukta kavrulan, varoluş mekanizmasında kaybolmaya yüz tutmuşlardan bahsetmiyorum. Ayağının üstünde, düzgün düzgün yürüyenler. Genelde kendini öğrencilikte bulan, sevgiyle beslenen bir kesim.
İşte onları bul önce. Kendin gibileri yani. Kalbinden dolayı açık biri olan ve düşüncelerindeki bulanıklığı sana bulaşık yıkatırcasına dayamayan.
Sonra maceralar birikmeye başlıyor ya. En çok bu kısmı güzel. Kalabalığı yarmaya çalışıyorsun, kısıtlanıyorsun. Fotoğraflara başlıyorsun, gene yoruluyorsun. İnsan nefesiyle tanışıyorsun, boğuluyorsun. Hava durumu için gazete uçlarına bakıyorsun bu sefer. Otellerde uğraşmıyorsun, bu mükemmel. Çünkü hepsi kurt kapanı gibi buluyor seni her bir tren durağında.
Aldanma onlara.
Acıkınca da marketin kapılarını aralama hemen. Yılma. Su içme, şekerli bir şeyler al ki hem su, hem de kanının dengesini ayarlasın. Akşam marketleri, manavlar ve köşe dükkanları kullan. Olmayınca zaten globalleşmiş dünyanın kapitalist markalarındaki indirimler bizi bekleyecek orada, durmadan. Yoksa kahve makinalarından 75 cent’te kapuçino, 60 cent’e limonlu çay alırsın Roma’dan. En ucuz orada.
Ama kapuçino ve kuruvasan’ı Roma Termini’de, peronların çaprazındaki yerde ye. Tadı asla silinmesin senden, kitap okumaya kalkma orada. İnsanları izle yavaş yavaş. İtalyanların hızına doyamayacaksın zaten. Ağızları oynatışı ve güzellikleri karşısında göz kırpacaksın kendine.
Uyuyacaksan Termini’yi seçme derim, Bangladeşli tanıdığın yoksa. Aşağılara doğru git, ta o meşhur Vittorio Emanuele’den aşağı in. Sokak aralarındaki cıvıltı önce seni uyutmasa da, Piazza Navona’ya gel. Arada bir sokakta yatırmazlarsa, sen de o kahve makinelerinin olduğu yerlerdeki aralıkları kullan. Zaten ne polisi sert davranır, ne vatandaşı.
Gene de kapkaç dikkat etmeli. Ne kadar değersizse mülklerimiz o zaman özgürleşiriz ama sana lazım olacaklar var: terlik ve havlu gibi. Asla unutma bu ikiliyi.
Roma gez gez bitmiyor. Unutma ama bir park var. Oraya gitmezsen kızgın olurum. Adını bilmediğim o park. Ama işte, işte burası! http://www.360globe.net/italy/rome/piazza-fiorenzo-fiorentini.html buradan çirkin gibi. Ama gidince anlayacaksın.
Bitmiyor dedik ama git-kaybol ve telaş etme. Sakinliğin ile öldür o korkunç metrolarını. (tamamen bulamamak için bir metro sistemi yapmış olmaları gerçeği var). Pizza ye. Dondurma da ye. Sakın “bubble” aromalı alma, öksürük şurubu tadını sen de sevmiyorsan. Pizzayı restorantta yersen, ekstra ücret alıyorlar. Kendi yerini kendin bul, kedilere de ver biraz.
Vaktin kalmayacak ama, kalırsa trenle Pompeii’ye git.