28 Ağustos 2009 Cuma

Mavi Mavi

Evimin çatısı onarılamaz derecede kırılmış. Yazın güneş, kışın yağmur alıyor. Ev çamur oluyor, mavi bir sıvının içinde yüzüyoruz; çünkü duvarlar mavi. Kimi zaman da evdeki renkler soluyor, yaz olduğunda. Hiç resimlik bir görüntü değil bunlar.

Mavi gözlü olmak ister miydim diye sordum kendime, koltuğun kol koyma kısmında otururken. Birisi hayır dedi, diğeri evet dedi. Sakin düşününce, eğer mavi göreceksem neden olmasın?

Geçen gün çiçekçilerin önünden geçerken kokuyu içime çekmeye çalıştım ama hiç çiçek kokusu gelmedi, gülleri mavi yapmışlardı, kim bilir belki de kokuyu öldüren o idi.

Sanmak kavramaktan daha kötü gibi görünse de derinliği olan iki eylem arasında boşluk-i bir anlam yaratmak gerekir. Bu boşluğun rengi ise mavidir.

İster kitap olsun ister bir oyun, başka bir dünyaya yelken açar insan. Serin mavi suların üzerinde saatlerce başkası gibi bakar.

Dar bir mavi kot pantolonla bol bir mavi kot pantolon arasında rahatlık farkından çok kimlik farkı vardır. Kim olmak istersen o gün onu giyebilirsin. Bu bir gömlek, eşarp, çorap, etek de olabilir, ama bir elbise olamaz.

Yer değil gök çekimi olsaydı tüm insanlar o renkte kamufle olurdu.

Şarkıda adam* "mavi hissediyorum" diyor ve gerçekten üzgün olduğuna iddiaya girebilirim.


-
*Tom Waits

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Pass Through The Glass

I could see through the glass.
I drink wine at all.
For today, the most beautiful memories I've accumulated.
to breathe and survive as one.
a human.
silence.
we have accumulated in all the sounds.
Did you think we can beat?
as if a warm winter.
not born a child speaks:
"sounds, follow me, be quick"
because we actually like to have.
Although we do not ask we ask.
Although we carry the presence of love but not move.
I could see through the glass.
that's our future, our most beautiful.
Our most beautiful novel, our songs.
Our most beautiful memories.
under the trees, the silence of an oath,
We are away from everyone.
You think the light.
you asleep.
silent screams not enough to wake you.
"get up now, too late.
Time to go home."
I see now you can pass through the glass.

13 Ağustos 2009 Perşembe

Yeni bir dünya için fedakarlık lazımdı. Buna önceleri korku ile yaklaşsam da gerçek yüzüme vurduğunda tamamen korkusuzdum. Korkusuzluk sanki vücudunuzdaki tüm kanın çekilmesi ya da bir daha var olmaması gibidir. Buna dahil olmak, bırakın ölümü, daha fazla acı çekmek olabilirdi.

“Koş Pesatrel, çok yakındalar.” Bütün gücümü sesime vermiştim. Baştan aşağı titriyordum, bunu yapamayacağımdan endişelenmiştim. Anında Pesatrel’in üzerine atlayıp kalkan olmuştum ve o görünmeyen kurşunlar bizi çok yakından sıyırmıştı. Öylesine tuhaf bir duyguydu ki, aklımdan sadece Pesatrel ve onun beyaz geleceği gelmişti. Ölmek için çok ama çok gençti ve hiç hak etmiyordu.

Hızlıca tünele girmeyi başarmıştık. Orada bizi dostlarımız bekliyordu, eğer sağ kaldılarsa. Yeterli silahı ve yiyeceği bulabilecektik. Tünel haritasını cebimden çıkardığımda oldukça yıpranmış ve yer yer silinmiş olduğunu gördüm. Felaketin bir habercisi olabilirdi, yenisini yapmak zaman kaybıydı. Yine de hislerle de ilerleyebilirdik, yanılma şansımız çok olsa da, bunu denedik.

Tünel’de çok az ışıklandırma vardı. Küf ve pas kokuları hakimdi sanki her yerde kan vardı, ölüm vardı… Ayağımızın altından geçen yaratıklar onlarla besleniyordu. Aşırı sıcağın yanında nefes almaya fırsat bile bulamıyorduk. Kafamızı kaldırmadan derin bir sükunetle ilerledik…

En son küçük bir deliğin içine de girdiğimizde sanki özlediğim bir kokuyu içime çektim. Geçmiş yaşamımda tattığım bir koku gibiydi, ama bunu bilmemin imkanı yoktu. Sadece koklamakla yetindim.

Bizi ilk karışlayan Meroma’ydı. Yüzünde bir gülümseme ile gözlerimizin içine baktı ve sıkı sıkı sarıldı. Ayrılalı yarım gün geçmişti sadece ama o yıllardır ayrıymışız gibi sıkıca sarıyordu. Bunu anlamak zor değildi, aslında hepimiz ölümle yüzleşmekten korkuyorduk.

Karargaha doğru yavaşça gittik.