Buraya tercümelerimi, içimden küfretmek istediklerimi, küçük tecrübeleri, okuduklarım-izlediklerim-dinlediklerimi, kendi polisiyemi, kıskandıklarımı, bazı şarkı sözleri ve şiirleri, manasız fotoğrafları, gezdiğim yerleri koyuyorum.
25 Aralık 2009 Cuma
Esme
Saatler çok hızlı sanki bu aralar. Ne ve kim sorularına cevap vermeden önünden geçiyorlar. Aldırışsız gibi görünen korkak kısmı sanki ben aydınlatıyorum. Hani bir sahnedeyiz ve dekorların bize fikir verdiği boşluklardayız. Işık dekoru ısıtıyor ve kusma isteği ile doluyor. Bu bir dekor olsa da. Saatler gerçekten oldukça hızlı, hiçbir şey yapmadan saatlerce oturabiliyorum. Belki bir ara ayaklarımın yerini değiştirip en serin tarafı bulmaya çalışabilirim. Saat sabaha karşı dört ve çok karanlık. Bir çoğumuzun içi kadar, kalbi kadar. Saat çalıyor, sanki uyumuşum gibi. Serin bir rüzgar perdeyi aralıyor. Müziğin kokusunu çekiyorum içime. Saatlerdir beynimde dolanan melodiler ile birleşiyorlar.
Tek yeteneğim hiç durmadan müzik dinlemek, elimde kalem önümde boş bir kağıt, bunu düşünüyorum ama başkalarının hayatını yazabiliyorum. Özellikle ayaklarımı oynatırken. Öylesine haz verici ki, bu yalanın içinde yaşamakla ağırlığınızı hiç hissetmezsiniz. Masanın üzerinde oynayan bir kalem, nefes sesim ve arada titreyen masa lambası onaylıyor durumu. Sarı duvarlar daha sarı, dolaplar daha büyük, düşüncelerim daha uykulu. Minnetle kitaplığıma bakıyorum, gerçekten bir şeyler bekliyorum ilham adıma. Boş. Beyaz, masum ama boş. Sadece bu kadar. Bir şeyler olmasını istiyorum, kağıtları doldurmak… Sanki tüm dünya buna karşı.
Ama biliyorum normalmiş bunlar. Yani her an her zaman yazı yazamazmış en büyük yazarlar da. Durma noktaları olurmuş insanların. Dinlenmen, bunu düşünmemen gerekirmiş, dış dünyanın tüketimine kendini vermen gerekirmiş. Dolu bir havuzda yüzmemen gerekirmiş. Sanki yapmadığımız şeyler. Günlerimizi televizyonun boş ekranında ağız sulandıran, dükkanların tüm ürünlerine göz diken, doymak bilmeyen açlığımızı cebimizden indiren tuhaf ve sefil bir sürü olmuşken fazla bilgelik taslamaya hiç gerek yok.
“Esme” içerideki odaların birinden geliyor ses. Evet, Esme benim. Salinger’ın roman karakteri diye, Esmeralda’nın kısaltılmışı diye, hava çok rüzgarlı diye veya esmerim diye konmuş bir isim değil. Babaannemin ismi “Esme” diye konulmuş, zaman zaman Ezme diye dalga geçilen bir isimmiş benimkisi. “Saat kaç fakında mısın? Niye uyumuyorsun hala?” bu da annemin sesi. Saat kaç olursa olsun her zaman uysal bir sesi vardır, uyandırmak istemeyen bir ses. Belki de annem diye.
“On dakika sonra.”
Ve yine ben insanların uyku seslerini dinliyorum. Derin iç çekişler…
Tek yeteneğim hiç durmadan müzik dinlemek, elimde kalem önümde boş bir kağıt, bunu düşünüyorum ama başkalarının hayatını yazabiliyorum. Özellikle ayaklarımı oynatırken. Öylesine haz verici ki, bu yalanın içinde yaşamakla ağırlığınızı hiç hissetmezsiniz. Masanın üzerinde oynayan bir kalem, nefes sesim ve arada titreyen masa lambası onaylıyor durumu. Sarı duvarlar daha sarı, dolaplar daha büyük, düşüncelerim daha uykulu. Minnetle kitaplığıma bakıyorum, gerçekten bir şeyler bekliyorum ilham adıma. Boş. Beyaz, masum ama boş. Sadece bu kadar. Bir şeyler olmasını istiyorum, kağıtları doldurmak… Sanki tüm dünya buna karşı.
Ama biliyorum normalmiş bunlar. Yani her an her zaman yazı yazamazmış en büyük yazarlar da. Durma noktaları olurmuş insanların. Dinlenmen, bunu düşünmemen gerekirmiş, dış dünyanın tüketimine kendini vermen gerekirmiş. Dolu bir havuzda yüzmemen gerekirmiş. Sanki yapmadığımız şeyler. Günlerimizi televizyonun boş ekranında ağız sulandıran, dükkanların tüm ürünlerine göz diken, doymak bilmeyen açlığımızı cebimizden indiren tuhaf ve sefil bir sürü olmuşken fazla bilgelik taslamaya hiç gerek yok.
“Esme” içerideki odaların birinden geliyor ses. Evet, Esme benim. Salinger’ın roman karakteri diye, Esmeralda’nın kısaltılmışı diye, hava çok rüzgarlı diye veya esmerim diye konmuş bir isim değil. Babaannemin ismi “Esme” diye konulmuş, zaman zaman Ezme diye dalga geçilen bir isimmiş benimkisi. “Saat kaç fakında mısın? Niye uyumuyorsun hala?” bu da annemin sesi. Saat kaç olursa olsun her zaman uysal bir sesi vardır, uyandırmak istemeyen bir ses. Belki de annem diye.
“On dakika sonra.”
Ve yine ben insanların uyku seslerini dinliyorum. Derin iç çekişler…
Kahraman 1
Her gün olduğu gibi işe gitmişti. İşleri bitince işten çıkmıştı. İşten çıktığında evinin yolunu tutmuştu. Evinin yolunu tutarken otobüs durağında tam olarak 16 dakika 32 saniye 21 salise beklemişti. Bu genel değildi. 3 ve 20 dakika arasında değişen ve aslında bir düzen içinde olmayan otobüs hattı hakkında pek bir fikri yoktu. Kafası otobüsleri düşünemeyecek kadar doluydu. Meşgul biriydi, hem de zeki ancak zaman sıkıntısı çeken modern dünyanın demode insanlarındandı.
Genel bir dünya yaratılmıştı bize. İşte kahraman bunun içindeki en sıradan insandı. Annesi ona “Kahraman” adını takmıştı. Bu güzel ve ışıltılı ironi ile isminin en alt basamağında bile barınmamıştı. Kahraman orta boylu, orta kilolu, orta çapta bir insandı. Ama evet, kahraman değildi. Clark Kent bazen aklına gelirdi ancak şimdilerde tek düşündüğü iş yeri teftişleriydi. Kahraman bir şey yapmıştı. Bir eylemin içine girmişti. O eylem pratikte tehlikeli ve coşkulu bir eylemdi. Kahraman sır gibi sakladı. Bir süre daha saklayacaktı.
Kazandığı sınavların sayısı tam olarak 6 kazanamadıkları ise 5’ti. Sınav çoktu ve bitmezdi. Onun ülkesini böyle dizayn edilmişti ve yenilenemez derecede sıkıştı. Kahraman asla “tüh buna” “ah ya of” diye sızlanma seslerini ne içinden ne dışından millete duyururdu. Her zaman derin ve ciddi konularla beyin kıvrımlarını oluştururdu.
Ancak üç ay, bir hafta, beş gün ve dokuz nokta yirmi saat önce, “olduğum yeri hak etmiyorum” dedi. Bu dünya üzerinde yaptığı ilk şikayetti ve tarihe önemli bir an kazandıracak olayların silsilesinin ufak bir başlangıcıydı. Kahraman bu cümleyi ettiği anda tam 2345 km batıda bir evi sel aldı. Saat tam olarak buraya göre 23.45’ti ve selin tam olarak sebebi üst kat komşularının su borusunun patlaması ve ince duvarı hızlıca delmiş olmasıydı. Tam 60 km doğuda ise yeni evli genç bir çift boşanma kararı aldı. 739 km güneyde ise motorlu bir araç hiçbir sebep yokken sürücü içerideyken patlamıştı. Ve daha neler.
Hiçbir başkaldırı sorunsuz geçmezdi ne de olsa.
Kahraman önemli bir bilim adamı olmak isterdi hep. Üniversitenin işletme bölümünden mezun olduğunda kafasını yavaşça yere eğip bu hayalinden vazgeçmişti. Doğa olaylarını ilgi duyar, saatlerce sıkılmadan sırayla hayvan, doğa, tarih belgeselleri izler, coğrafya ve gezi dergilerine abone olur, çeşitli bilimsel içerikli internet sitelerini takip ederdi. Tek dünyası yeni gelişmeler ve tarihteki önemli olaylardı. Bu onu mutlu eder, ufak evinde abone olduğu dergilerin posterlerini yapıştırırdı. Zamanla bu posterler sararır ve uçlardan kıvrılmaya başlardı.
Evet Kahraman’ın tarihi olayı ise şöyle gelişti tam olarak. Bu sitemi ettiğinde, çalıştığı banka için öğle yemeği zamanıydı ve o sabah karnını tıka basa doyurduğu için öğle yemeğine çıkmamıştı. İçeride birkaç banka memuru, bir güvenlik ve içeride amiri vardı. Amiri evden getirdiği üç çeşit yemeği düzenle açmış, büyük lokmalar ve minimum çiğneme ile mideye indiriyordu. Kalp rahatsızlığı olan amirin bu yağlı ve hızlı yenen yemeklerden uzakta durması gerekiyordu. Çünkü olan oldu: amir aniden kalp krizi geçirdi. Kapısı kapalı ve sese yalıtımlı olduğu için kimse onu duymadı; perdelerini kapattığı için kimse onu görmedi aynı zamanda. Adam hık diye öte tarafı boylamıştı. Saat tam olarak 12.46’ydı ve amir tam olarak 57 yaşındaydı.
Aynı zaman içinde Kahraman sayımlarını bitirmiş ve bir rapora başlamıştı ancak gözü kameralara takılmıştı. Bugün kameralar dönmüyordu. Genelde banka güvenliği için sürekli dönerlerdi. Kahraman çaktırmadan kameralara bakıyordu. Kör noktalarını buluyor, güya altına saklanınca vezneden milyarlar çarpabilirim diye düşünüyordu. Ancak bu tarz şeyleri yapabilecek tarzda bir adam olsa, bundan tam 9,5 ay önce gelen güzel teklifi ve ondan sonra gelen rüşvetleri seve seve kabul ederdi. Kahraman’la aynı gün işe başlamış İsmihan Bey gibi güneyde iki yazlık evi, şehir merkezinde dört odalı bir ev ve şehir dışında kooperatifi ve de son model gümüş bir arabası olabilirdi. Ancak Kahraman’ın bir evi vardı ve kredi borcunun bitmesine tam olarak 33 ay vardı.
Raporunun ortasında aniden elektrikler kesilmişti bankada. Bilgisayarı birden kapanınca, Kahraman ellerini havaya kaldırıp, sonra ensesine koyup esnemeye koyuldu. İyice uyku bastırmıştı öğlenin sıcağında. Gerçi banka ne kadar soğuk olsa da klimaların soğukluğu çok uçucu oluyordu. Güvenlikle birden göz göze geldiler, güvenlik hemen başını yere çevirerek seri adımlarla amirin odasına gitti. Kahraman güvenliğin bu hareketinden kendini sorumlu tutup biraz utandı.
“Metin” diye haykırırcasına bağırdı Güvenlik amirin odasından. Kahraman bir sorun olduğunu anlamıştı aslında ama zerre kadar umurunda değildi, hala uykusu dağılmamıştı.
Amiri basma tulumba gibi Metin ve diğer güvenlik dışarı çıkardılar. O an herkes ayağa kalkıp uğultulu sesler çıkarıyordu. Gerçekten garip bir andı. Sanki zaman yavaşlamış gibi. Sanki bir teypten çalıyormuşçasına “ölmüş mü, ne olmuş, ambulans lazım” sesleri sürekli olarak duyuluyordu.
Amirin ölümü bankadaki kişileri hemen hareketlendirdi doğal olarak. Az kişi olmasına karşın, herkes amirin önünde toplandı. Ambulans gelene kadar kimisi ilk yardım uyguladı, kimisi ağlamaya başladı. Kahraman olduğu yerde donmuş, gözlerini amirin boş gözlerine çevirmişti. Kaskatı olan vücudu herkesten bir adım geride açılan gözleriyle doğru orantıda bekliyordu.
Ambulans gelip amiri götürdüğünde yine herkes sürü gibi hareket etti. Öylesine sinir veren bir görüntüleri vardı ki, çalı peşinde koyun gibi geziniyorlardı. Kahraman da arkadaki çoban köpeğini simgeliyordu sanki. Bir de dilini çıkarıp soluklanmaya başlasa ne şahane olurdu. Güvenliklerden biri olan Metin, Kahraman’ın korktuğunu hissetmiş olmalıydı ki,
“Abi sen içeri gir istersen, bak kimse de kalmadı” dedi, çocuğa öğüt verircesine.
Kahraman çobanın yani Güvenlik Metin’in söylediğini harfiyen uyguladı. Önce bankanın sebilinden bir bardak soğuk su içti. Alnındaki teri çaktırmadan kolunun içine silip en yakın yere oturdu. Kendine gelmeye başladığında ayaklandı gariban. Koskoca bankada tek olduğunu anımsadı, gerildi iyice.
Olan bu ya… İçeriye 3 tane tamamen siyahlar içinde adam girdi. Kahraman’ı fark etmediler başta… Dışarıdaki de içeriye gelince bankanın kapısını kapattılar. O da bir şey mi, mekanik kepenkleri bile indirdiler.
Yavaşça maskelerini çıkarırken, “Adamı öldürmek kimin fikriydi?” Beriki, “Tamamen doğaçlama abi”. Deli gibi gülüşmeye başladı adamlar. Onlara kötü adam denmesinin en büyük sebebi buydu. Doğal ve üzücü olaylara aldırış etmezler ve kolaylıkla soğukkanlı olabilirlerdi.
Biri göz önündeki zaten kapalı kameraları ufak bir balyozla yere indiriyor, diğeri ufak kasaların önünde tek tek geçip garip bir alıcı ile uğraşıyordu.
Bu adamların profesyonel hırsızların önde gideniydi. Çünkü bankanın sireni bile çalmıyordu.
Tam 5 dakika 45 saniye sonra Kahraman’ın varlığı hisseden bir adam bağırmaya başladı. “ABİ, GEL, ADAM KALMIŞ.”
Kahraman o an bildiği tüm duaları etmeye başladıysa da hepsini karıştırdı. Elleri ayakları titremekten boşaldı. Şak diye yere düştü. Bayıldı gariban.
Adamlar bu sefer gülmedi.
---
Kahraman uyandığında garip bir yerdeydi. Gözlerini açmaya çalıştı ama bir şey fark etmeyince kör olabileceğinden şüphe etti. Minik bir ışık, bir yansıma aradı hemen. Ama yoktu. Gerçekten kör olmuş olabilirdi yada oda epey karanlıktı ve aslında simsiyahtı! Üstüne üstlük insanın burnuna keskince gelen çiş kokusu her yanı sarmıştı. Ellerini yüzüne götürmek, burnunu tıkamak istedi hararetle, ama yapamadı. Bağlanmış olduğunu hissetti iplerle. Sonra yaşadıkları bir bir aklına geldi.
Doğal olarak ellerini çözmeye çalıştı kendince. Ama işin garip tarafı sanki git gide sıkılaşıyordu ipler. İyice çözülemez hale gelip arapsaçına dönüyordu. Koku git gide artıyor, körlük derecesini görmek için yanıp tutuşuyordu. Her şey imkansızdı artık. Bağlı yaşayacaktı, yemeden içmeden en fazla yedi gün yaşarım dedi. Artık buna kendini alıştırdı.
Aradan çok geçmeden odaya nur indi. Yani Kahraman öyle sandı tabi. Cennete gibi hissetti beyaz ışığı görünce. Gerçek mutluluğa göz kırptı, gözlerinin varlığını sevinç nidaları ile kutladı. Ne çabuk öldüm diye de çok mutlu oldu.
Işığın ardından bir karardı girdi odaya. Kahraman gerçekle burun buruna geldi artık; kaçırılmıştı. Yağlı uzun saçlı adam bunu Kahraman’ın karnına yumruk atarak çoktan hissettirmişti bile.
“Bana bak lan. Öldüreceğiz biz seni.” Diye de konuşmaya başladı.
“Ben”… dedi bizimki, “Ne yaptım?”
“Bişey yapmadın lan, vuramadık seni orda, aldık geldik. Orda olman hataydı anlayacağın kaz kafa.”
Kahraman adamın haklı olduğunu hissetti gerçekten. “Hırsızların yanında ne işin var? Sen misin güvenlik”, diye dövündü sesli olarak. Hırsız keskin bir kahkaha attı. Bu hırsızların sürekli kahkahaları geliyordu. Adamlar hiç susmadan gülmeye başlıyorlardı sertçe. Kötü olmak sert ve acımasız gülmeyi gerektirir diye belletilmişti zamanında. Aynen uygulamada pürüz çıkartmıyorlardı bereket versin.
Terkedilmiş gibi duran, yerde bir iki tane fare gezen ama yan tarafta da çuval çuval para duran bir odadalardı. Bodrum falan olmalıydı ki bir tane Allah’ın kulu pencere açmamıştı. Kapılar da kapandı mı ses, ışık katiyen giremezdi artık. Hiçlik gibi bir yerdi orası. Dünyanın sifon merkezi gibi.
Kahraman bildik cümleleri tekrarlamaya başladı. “Ne isterseniz yaparım, yeter ki çıkarın beni buradan, lütfen.”
Üstüne üstlük hırsız da klasik sevenlerden çıkmaz mı: “Seni çok komik buldum… Yazık olacak oğlum sana. Adın ne lan senin?”
Kahraman “Kahraman abi.”
“Ben de Muammer, Kahraman’cığım. Hiç düşündün mü dünyada tanışacağın son insanı? Son ismi? Bak o şeref bana ait olacak.”
“Abi valla görmedim ben sizi.”
“Niye söylemiyorsun oğlum, gördün işte bizi. Tüm bankayı acayip deli bir sistemle soyduk. Tüm tirink paralar elimize geçti, kamera görüntüleri de yok. Bizi görmediğini söylüyorsan, vallahi delisin sen.”
“Yani abi anlaşırız diye şeet..miş..”
“Lan sus lan. Söz gümüşse sükut altındır Kahraman. Ölürken bile bunu sana hatırlatıyorum sanki bir daha ne işine yarayacaksa. Eşekler, cennet… Oh lan hayat sana güzel olacak bundan sonra. İş yok, güç yok…”
Hırsız ve kötü adamın içindeki öteki dünya aşkı coşmuş, anlattıkça anlatıyor, Kahraman’a hem ölüm korkusu hem de rahatlama duygusu veriyordu. Kahraman dellenmişti iyice. Gözü seğirmeye, tansiyonu tekrar oynamaya başladı. Adam oyuncak gibi elinde çeviriyordu kahraman’ı, sofrasına meze yapıyordu. En son eski mesleğinden bile bahsetti uzun uzun…
“Ah Kahraman, vay Kahraman… Uzun yol şoförlüğü bana göre değilmiş aslında…”
Adam tam 23 dakika 12 saniye kendi kendine muhabbet etti, aslında Kahraman zorla ha, hı sesini çıkartmaya zorladı kendini. Boncuk boncuk terlemişti, hatta artık tüm gömleği su içindeydi. Nefes alırken dokunan yerlerinden ürperti geliyor, korkusunu perçinliyordu.
Genel bir dünya yaratılmıştı bize. İşte kahraman bunun içindeki en sıradan insandı. Annesi ona “Kahraman” adını takmıştı. Bu güzel ve ışıltılı ironi ile isminin en alt basamağında bile barınmamıştı. Kahraman orta boylu, orta kilolu, orta çapta bir insandı. Ama evet, kahraman değildi. Clark Kent bazen aklına gelirdi ancak şimdilerde tek düşündüğü iş yeri teftişleriydi. Kahraman bir şey yapmıştı. Bir eylemin içine girmişti. O eylem pratikte tehlikeli ve coşkulu bir eylemdi. Kahraman sır gibi sakladı. Bir süre daha saklayacaktı.
Kazandığı sınavların sayısı tam olarak 6 kazanamadıkları ise 5’ti. Sınav çoktu ve bitmezdi. Onun ülkesini böyle dizayn edilmişti ve yenilenemez derecede sıkıştı. Kahraman asla “tüh buna” “ah ya of” diye sızlanma seslerini ne içinden ne dışından millete duyururdu. Her zaman derin ve ciddi konularla beyin kıvrımlarını oluştururdu.
Ancak üç ay, bir hafta, beş gün ve dokuz nokta yirmi saat önce, “olduğum yeri hak etmiyorum” dedi. Bu dünya üzerinde yaptığı ilk şikayetti ve tarihe önemli bir an kazandıracak olayların silsilesinin ufak bir başlangıcıydı. Kahraman bu cümleyi ettiği anda tam 2345 km batıda bir evi sel aldı. Saat tam olarak buraya göre 23.45’ti ve selin tam olarak sebebi üst kat komşularının su borusunun patlaması ve ince duvarı hızlıca delmiş olmasıydı. Tam 60 km doğuda ise yeni evli genç bir çift boşanma kararı aldı. 739 km güneyde ise motorlu bir araç hiçbir sebep yokken sürücü içerideyken patlamıştı. Ve daha neler.
Hiçbir başkaldırı sorunsuz geçmezdi ne de olsa.
Kahraman önemli bir bilim adamı olmak isterdi hep. Üniversitenin işletme bölümünden mezun olduğunda kafasını yavaşça yere eğip bu hayalinden vazgeçmişti. Doğa olaylarını ilgi duyar, saatlerce sıkılmadan sırayla hayvan, doğa, tarih belgeselleri izler, coğrafya ve gezi dergilerine abone olur, çeşitli bilimsel içerikli internet sitelerini takip ederdi. Tek dünyası yeni gelişmeler ve tarihteki önemli olaylardı. Bu onu mutlu eder, ufak evinde abone olduğu dergilerin posterlerini yapıştırırdı. Zamanla bu posterler sararır ve uçlardan kıvrılmaya başlardı.
Evet Kahraman’ın tarihi olayı ise şöyle gelişti tam olarak. Bu sitemi ettiğinde, çalıştığı banka için öğle yemeği zamanıydı ve o sabah karnını tıka basa doyurduğu için öğle yemeğine çıkmamıştı. İçeride birkaç banka memuru, bir güvenlik ve içeride amiri vardı. Amiri evden getirdiği üç çeşit yemeği düzenle açmış, büyük lokmalar ve minimum çiğneme ile mideye indiriyordu. Kalp rahatsızlığı olan amirin bu yağlı ve hızlı yenen yemeklerden uzakta durması gerekiyordu. Çünkü olan oldu: amir aniden kalp krizi geçirdi. Kapısı kapalı ve sese yalıtımlı olduğu için kimse onu duymadı; perdelerini kapattığı için kimse onu görmedi aynı zamanda. Adam hık diye öte tarafı boylamıştı. Saat tam olarak 12.46’ydı ve amir tam olarak 57 yaşındaydı.
Aynı zaman içinde Kahraman sayımlarını bitirmiş ve bir rapora başlamıştı ancak gözü kameralara takılmıştı. Bugün kameralar dönmüyordu. Genelde banka güvenliği için sürekli dönerlerdi. Kahraman çaktırmadan kameralara bakıyordu. Kör noktalarını buluyor, güya altına saklanınca vezneden milyarlar çarpabilirim diye düşünüyordu. Ancak bu tarz şeyleri yapabilecek tarzda bir adam olsa, bundan tam 9,5 ay önce gelen güzel teklifi ve ondan sonra gelen rüşvetleri seve seve kabul ederdi. Kahraman’la aynı gün işe başlamış İsmihan Bey gibi güneyde iki yazlık evi, şehir merkezinde dört odalı bir ev ve şehir dışında kooperatifi ve de son model gümüş bir arabası olabilirdi. Ancak Kahraman’ın bir evi vardı ve kredi borcunun bitmesine tam olarak 33 ay vardı.
Raporunun ortasında aniden elektrikler kesilmişti bankada. Bilgisayarı birden kapanınca, Kahraman ellerini havaya kaldırıp, sonra ensesine koyup esnemeye koyuldu. İyice uyku bastırmıştı öğlenin sıcağında. Gerçi banka ne kadar soğuk olsa da klimaların soğukluğu çok uçucu oluyordu. Güvenlikle birden göz göze geldiler, güvenlik hemen başını yere çevirerek seri adımlarla amirin odasına gitti. Kahraman güvenliğin bu hareketinden kendini sorumlu tutup biraz utandı.
“Metin” diye haykırırcasına bağırdı Güvenlik amirin odasından. Kahraman bir sorun olduğunu anlamıştı aslında ama zerre kadar umurunda değildi, hala uykusu dağılmamıştı.
Amiri basma tulumba gibi Metin ve diğer güvenlik dışarı çıkardılar. O an herkes ayağa kalkıp uğultulu sesler çıkarıyordu. Gerçekten garip bir andı. Sanki zaman yavaşlamış gibi. Sanki bir teypten çalıyormuşçasına “ölmüş mü, ne olmuş, ambulans lazım” sesleri sürekli olarak duyuluyordu.
Amirin ölümü bankadaki kişileri hemen hareketlendirdi doğal olarak. Az kişi olmasına karşın, herkes amirin önünde toplandı. Ambulans gelene kadar kimisi ilk yardım uyguladı, kimisi ağlamaya başladı. Kahraman olduğu yerde donmuş, gözlerini amirin boş gözlerine çevirmişti. Kaskatı olan vücudu herkesten bir adım geride açılan gözleriyle doğru orantıda bekliyordu.
Ambulans gelip amiri götürdüğünde yine herkes sürü gibi hareket etti. Öylesine sinir veren bir görüntüleri vardı ki, çalı peşinde koyun gibi geziniyorlardı. Kahraman da arkadaki çoban köpeğini simgeliyordu sanki. Bir de dilini çıkarıp soluklanmaya başlasa ne şahane olurdu. Güvenliklerden biri olan Metin, Kahraman’ın korktuğunu hissetmiş olmalıydı ki,
“Abi sen içeri gir istersen, bak kimse de kalmadı” dedi, çocuğa öğüt verircesine.
Kahraman çobanın yani Güvenlik Metin’in söylediğini harfiyen uyguladı. Önce bankanın sebilinden bir bardak soğuk su içti. Alnındaki teri çaktırmadan kolunun içine silip en yakın yere oturdu. Kendine gelmeye başladığında ayaklandı gariban. Koskoca bankada tek olduğunu anımsadı, gerildi iyice.
Olan bu ya… İçeriye 3 tane tamamen siyahlar içinde adam girdi. Kahraman’ı fark etmediler başta… Dışarıdaki de içeriye gelince bankanın kapısını kapattılar. O da bir şey mi, mekanik kepenkleri bile indirdiler.
Yavaşça maskelerini çıkarırken, “Adamı öldürmek kimin fikriydi?” Beriki, “Tamamen doğaçlama abi”. Deli gibi gülüşmeye başladı adamlar. Onlara kötü adam denmesinin en büyük sebebi buydu. Doğal ve üzücü olaylara aldırış etmezler ve kolaylıkla soğukkanlı olabilirlerdi.
Biri göz önündeki zaten kapalı kameraları ufak bir balyozla yere indiriyor, diğeri ufak kasaların önünde tek tek geçip garip bir alıcı ile uğraşıyordu.
Bu adamların profesyonel hırsızların önde gideniydi. Çünkü bankanın sireni bile çalmıyordu.
Tam 5 dakika 45 saniye sonra Kahraman’ın varlığı hisseden bir adam bağırmaya başladı. “ABİ, GEL, ADAM KALMIŞ.”
Kahraman o an bildiği tüm duaları etmeye başladıysa da hepsini karıştırdı. Elleri ayakları titremekten boşaldı. Şak diye yere düştü. Bayıldı gariban.
Adamlar bu sefer gülmedi.
---
Kahraman uyandığında garip bir yerdeydi. Gözlerini açmaya çalıştı ama bir şey fark etmeyince kör olabileceğinden şüphe etti. Minik bir ışık, bir yansıma aradı hemen. Ama yoktu. Gerçekten kör olmuş olabilirdi yada oda epey karanlıktı ve aslında simsiyahtı! Üstüne üstlük insanın burnuna keskince gelen çiş kokusu her yanı sarmıştı. Ellerini yüzüne götürmek, burnunu tıkamak istedi hararetle, ama yapamadı. Bağlanmış olduğunu hissetti iplerle. Sonra yaşadıkları bir bir aklına geldi.
Doğal olarak ellerini çözmeye çalıştı kendince. Ama işin garip tarafı sanki git gide sıkılaşıyordu ipler. İyice çözülemez hale gelip arapsaçına dönüyordu. Koku git gide artıyor, körlük derecesini görmek için yanıp tutuşuyordu. Her şey imkansızdı artık. Bağlı yaşayacaktı, yemeden içmeden en fazla yedi gün yaşarım dedi. Artık buna kendini alıştırdı.
Aradan çok geçmeden odaya nur indi. Yani Kahraman öyle sandı tabi. Cennete gibi hissetti beyaz ışığı görünce. Gerçek mutluluğa göz kırptı, gözlerinin varlığını sevinç nidaları ile kutladı. Ne çabuk öldüm diye de çok mutlu oldu.
Işığın ardından bir karardı girdi odaya. Kahraman gerçekle burun buruna geldi artık; kaçırılmıştı. Yağlı uzun saçlı adam bunu Kahraman’ın karnına yumruk atarak çoktan hissettirmişti bile.
“Bana bak lan. Öldüreceğiz biz seni.” Diye de konuşmaya başladı.
“Ben”… dedi bizimki, “Ne yaptım?”
“Bişey yapmadın lan, vuramadık seni orda, aldık geldik. Orda olman hataydı anlayacağın kaz kafa.”
Kahraman adamın haklı olduğunu hissetti gerçekten. “Hırsızların yanında ne işin var? Sen misin güvenlik”, diye dövündü sesli olarak. Hırsız keskin bir kahkaha attı. Bu hırsızların sürekli kahkahaları geliyordu. Adamlar hiç susmadan gülmeye başlıyorlardı sertçe. Kötü olmak sert ve acımasız gülmeyi gerektirir diye belletilmişti zamanında. Aynen uygulamada pürüz çıkartmıyorlardı bereket versin.
Terkedilmiş gibi duran, yerde bir iki tane fare gezen ama yan tarafta da çuval çuval para duran bir odadalardı. Bodrum falan olmalıydı ki bir tane Allah’ın kulu pencere açmamıştı. Kapılar da kapandı mı ses, ışık katiyen giremezdi artık. Hiçlik gibi bir yerdi orası. Dünyanın sifon merkezi gibi.
Kahraman bildik cümleleri tekrarlamaya başladı. “Ne isterseniz yaparım, yeter ki çıkarın beni buradan, lütfen.”
Üstüne üstlük hırsız da klasik sevenlerden çıkmaz mı: “Seni çok komik buldum… Yazık olacak oğlum sana. Adın ne lan senin?”
Kahraman “Kahraman abi.”
“Ben de Muammer, Kahraman’cığım. Hiç düşündün mü dünyada tanışacağın son insanı? Son ismi? Bak o şeref bana ait olacak.”
“Abi valla görmedim ben sizi.”
“Niye söylemiyorsun oğlum, gördün işte bizi. Tüm bankayı acayip deli bir sistemle soyduk. Tüm tirink paralar elimize geçti, kamera görüntüleri de yok. Bizi görmediğini söylüyorsan, vallahi delisin sen.”
“Yani abi anlaşırız diye şeet..miş..”
“Lan sus lan. Söz gümüşse sükut altındır Kahraman. Ölürken bile bunu sana hatırlatıyorum sanki bir daha ne işine yarayacaksa. Eşekler, cennet… Oh lan hayat sana güzel olacak bundan sonra. İş yok, güç yok…”
Hırsız ve kötü adamın içindeki öteki dünya aşkı coşmuş, anlattıkça anlatıyor, Kahraman’a hem ölüm korkusu hem de rahatlama duygusu veriyordu. Kahraman dellenmişti iyice. Gözü seğirmeye, tansiyonu tekrar oynamaya başladı. Adam oyuncak gibi elinde çeviriyordu kahraman’ı, sofrasına meze yapıyordu. En son eski mesleğinden bile bahsetti uzun uzun…
“Ah Kahraman, vay Kahraman… Uzun yol şoförlüğü bana göre değilmiş aslında…”
Adam tam 23 dakika 12 saniye kendi kendine muhabbet etti, aslında Kahraman zorla ha, hı sesini çıkartmaya zorladı kendini. Boncuk boncuk terlemişti, hatta artık tüm gömleği su içindeydi. Nefes alırken dokunan yerlerinden ürperti geliyor, korkusunu perçinliyordu.
17 Aralık 2009 Perşembe
Bir kabare yıldızı gökte kendini arıyor.
Ait olmadığı şehrin altından yukarı kafasını kaldırarak hem de.
Herkes ona belletmiş “yerin yok” diye.
Sormadığı adam, çalmadığı kapı, sorgulamadığı sokak kalmamış orada.
İnci gibi dizilmiş evler içinde, ama o hepsinin dışında.
Gözyaşları güçsüzlüktür demişler.
Defalarca dökmeye çalışsa da katılaşıp yüzünden düşmüş, parçalamış.
Bunu görenler daha beter kızmış, kapının önüne atmış.
Kendini bilmeden yıllarca yürümüş o şehirde, kimliğini saklayarak hem de.
Gelmiş bir gün birisi ve tutmuş elinden.
Eşsiz mutluluğu denizden çıkarma, uzun kalabalık sokakların arasından tutunmayı görmüş. Zorlamamış kendini hiç, alışmış hemen.
Kabare yıldızı gökte kendini aramış.
Ama bulamamış.
Ait olmadığı şehrin altından yukarı kafasını kaldırarak hem de.
Herkes ona belletmiş “yerin yok” diye.
Sormadığı adam, çalmadığı kapı, sorgulamadığı sokak kalmamış orada.
İnci gibi dizilmiş evler içinde, ama o hepsinin dışında.
Gözyaşları güçsüzlüktür demişler.
Defalarca dökmeye çalışsa da katılaşıp yüzünden düşmüş, parçalamış.
Bunu görenler daha beter kızmış, kapının önüne atmış.
Kendini bilmeden yıllarca yürümüş o şehirde, kimliğini saklayarak hem de.
Gelmiş bir gün birisi ve tutmuş elinden.
Eşsiz mutluluğu denizden çıkarma, uzun kalabalık sokakların arasından tutunmayı görmüş. Zorlamamış kendini hiç, alışmış hemen.
Kabare yıldızı gökte kendini aramış.
Ama bulamamış.
1 Aralık 2009 Salı
Ha?
C ile ilişkimiz şahane. İlişki derken öyle sevgi, sevda anlamında değil. Gene de girer tabi sevgi. Sevgisiz olmayacağını ilkokuldan beri görüyoruz.
Geçen hayal ettiğim tek odalı evime kendi de dahil olduğundan beri şahane. Güzel bir evoda. Şu an ismini ben koydum. Ortada bir yatak, işlevsel kocaman bir masa, renkli uzun mukavvalarla ayrılmış giyinme kısmı, büyük gardırop, küçük duşa kabin, ufak bir mutfak, geniş ama yere yakın birkaç mobilya. Ama hepsi aynı odada. Tuvalet için bir şey diyemeyeceğim aklım tesisat ve nemlenmeyi almıyor. Büyük pencereler ama sürekli açık kalacak perdeler. Perdeleri seçmek zevklidir.
C ise plana dahil olup renklerden, döşemeden bahsediyor. Bu tutum her insanı huzursuz eder başta. Sonra fikirleri ne kadar yakın gelirse huzursuzluğunuz aynı hızla gider. Beraber yaşamaktan korkanlar vardır mesela: tehlikelidir bu tarz huylar. Beraber yaşayacak gibi davranmamak gerekir. Mesela:
“Kavuniçi perdeler için iyi. Mesela ben perdeden güneşin rengi gelsin isterim.” demekle;
“Perdelerini kavuniçi yaptırman odayı daha iyi aydınlatacaktır gündüzleri.” demek farklıdır. İkincisi korkutmaz, seni düşünüyormuş gibi yapar.
aslında yalan gayet. Önce kendini düşünmeyen kimse yoktur.
C’nin de kendini düşündüğünü hissediyorum. Öncelikle yetişme tarzı epey kendi ile yalnızlaştırdığı için tabi ki “kendi” için yaşamış. Kültür çatışmaları yaşanmıyor mu sanki. Aynı apartmanda başka dairelerde doğsak bile illaki yaşanacak şeyler. Açılan pencerelerin boyutları bir türlü tutmuyor insanlarla.
Kültür çatışması yaşanmıyor mu? Yaşanıyor. Bazen tutucu koşullanmalarımdan çekinip yok sayıyor ‘haklısın’ diyorum.
Belki o da öyle yapıyordur.
Kimsenin aslında ciğerini okuyamayız. Teknik olarak da imkansız zaten ve düşününce de çirkin bir söylem.
C’nin çocukları var evde. Bazen bölündüğünü düşünüyorum. Çocuklar yok oluyor zaman zaman, o an gerçekten rahatız. Birinin çocukları varsa diğerinin de otomatikman sahiplenme hissine hayranım. Senle alakası olmayan küçük canlılar. Ama sevdiriyor keratalar kendilerini. Yaşça büyük olmanın verdiği otorite ve ufak bekleyişler yalandan ebeveyn yapıyor seni. Esasen çılgın gelebilir ama sanki pratik gibi. Acayip şahane bir duygu. Evet çılgınca.
Köpek alalım mı eve?
Ah hayır.
C ile ilişkimiz yok sevda anlamında. Ama ne ki şimdi bunlar?
Sorgulamadan zamana bırakmak en güzeli. Ama fazla kuşkucu ama fazla sadık ama fazla gerilmiş. Hepsine benden bir rest. En yakın sırlarını açabiliyorsan şanslı say kendini.
Güneş doğudan doğuyor, kelime oyunlarına hep fırsat veriyor zaten.
Geçen hayal ettiğim tek odalı evime kendi de dahil olduğundan beri şahane. Güzel bir evoda. Şu an ismini ben koydum. Ortada bir yatak, işlevsel kocaman bir masa, renkli uzun mukavvalarla ayrılmış giyinme kısmı, büyük gardırop, küçük duşa kabin, ufak bir mutfak, geniş ama yere yakın birkaç mobilya. Ama hepsi aynı odada. Tuvalet için bir şey diyemeyeceğim aklım tesisat ve nemlenmeyi almıyor. Büyük pencereler ama sürekli açık kalacak perdeler. Perdeleri seçmek zevklidir.
C ise plana dahil olup renklerden, döşemeden bahsediyor. Bu tutum her insanı huzursuz eder başta. Sonra fikirleri ne kadar yakın gelirse huzursuzluğunuz aynı hızla gider. Beraber yaşamaktan korkanlar vardır mesela: tehlikelidir bu tarz huylar. Beraber yaşayacak gibi davranmamak gerekir. Mesela:
“Kavuniçi perdeler için iyi. Mesela ben perdeden güneşin rengi gelsin isterim.” demekle;
“Perdelerini kavuniçi yaptırman odayı daha iyi aydınlatacaktır gündüzleri.” demek farklıdır. İkincisi korkutmaz, seni düşünüyormuş gibi yapar.
aslında yalan gayet. Önce kendini düşünmeyen kimse yoktur.
C’nin de kendini düşündüğünü hissediyorum. Öncelikle yetişme tarzı epey kendi ile yalnızlaştırdığı için tabi ki “kendi” için yaşamış. Kültür çatışmaları yaşanmıyor mu sanki. Aynı apartmanda başka dairelerde doğsak bile illaki yaşanacak şeyler. Açılan pencerelerin boyutları bir türlü tutmuyor insanlarla.
Kültür çatışması yaşanmıyor mu? Yaşanıyor. Bazen tutucu koşullanmalarımdan çekinip yok sayıyor ‘haklısın’ diyorum.
Belki o da öyle yapıyordur.
Kimsenin aslında ciğerini okuyamayız. Teknik olarak da imkansız zaten ve düşününce de çirkin bir söylem.
C’nin çocukları var evde. Bazen bölündüğünü düşünüyorum. Çocuklar yok oluyor zaman zaman, o an gerçekten rahatız. Birinin çocukları varsa diğerinin de otomatikman sahiplenme hissine hayranım. Senle alakası olmayan küçük canlılar. Ama sevdiriyor keratalar kendilerini. Yaşça büyük olmanın verdiği otorite ve ufak bekleyişler yalandan ebeveyn yapıyor seni. Esasen çılgın gelebilir ama sanki pratik gibi. Acayip şahane bir duygu. Evet çılgınca.
Köpek alalım mı eve?
Ah hayır.
C ile ilişkimiz yok sevda anlamında. Ama ne ki şimdi bunlar?
Sorgulamadan zamana bırakmak en güzeli. Ama fazla kuşkucu ama fazla sadık ama fazla gerilmiş. Hepsine benden bir rest. En yakın sırlarını açabiliyorsan şanslı say kendini.
Güneş doğudan doğuyor, kelime oyunlarına hep fırsat veriyor zaten.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)