25 Aralık 2009 Cuma

Esme

Saatler çok hızlı sanki bu aralar. Ne ve kim sorularına cevap vermeden önünden geçiyorlar. Aldırışsız gibi görünen korkak kısmı sanki ben aydınlatıyorum. Hani bir sahnedeyiz ve dekorların bize fikir verdiği boşluklardayız. Işık dekoru ısıtıyor ve kusma isteği ile doluyor. Bu bir dekor olsa da. Saatler gerçekten oldukça hızlı, hiçbir şey yapmadan saatlerce oturabiliyorum. Belki bir ara ayaklarımın yerini değiştirip en serin tarafı bulmaya çalışabilirim. Saat sabaha karşı dört ve çok karanlık. Bir çoğumuzun içi kadar, kalbi kadar. Saat çalıyor, sanki uyumuşum gibi. Serin bir rüzgar perdeyi aralıyor. Müziğin kokusunu çekiyorum içime. Saatlerdir beynimde dolanan melodiler ile birleşiyorlar.

Tek yeteneğim hiç durmadan müzik dinlemek, elimde kalem önümde boş bir kağıt, bunu düşünüyorum ama başkalarının hayatını yazabiliyorum. Özellikle ayaklarımı oynatırken. Öylesine haz verici ki, bu yalanın içinde yaşamakla ağırlığınızı hiç hissetmezsiniz. Masanın üzerinde oynayan bir kalem, nefes sesim ve arada titreyen masa lambası onaylıyor durumu. Sarı duvarlar daha sarı, dolaplar daha büyük, düşüncelerim daha uykulu. Minnetle kitaplığıma bakıyorum, gerçekten bir şeyler bekliyorum ilham adıma. Boş. Beyaz, masum ama boş. Sadece bu kadar. Bir şeyler olmasını istiyorum, kağıtları doldurmak… Sanki tüm dünya buna karşı.

Ama biliyorum normalmiş bunlar. Yani her an her zaman yazı yazamazmış en büyük yazarlar da. Durma noktaları olurmuş insanların. Dinlenmen, bunu düşünmemen gerekirmiş, dış dünyanın tüketimine kendini vermen gerekirmiş. Dolu bir havuzda yüzmemen gerekirmiş. Sanki yapmadığımız şeyler. Günlerimizi televizyonun boş ekranında ağız sulandıran, dükkanların tüm ürünlerine göz diken, doymak bilmeyen açlığımızı cebimizden indiren tuhaf ve sefil bir sürü olmuşken fazla bilgelik taslamaya hiç gerek yok.

“Esme” içerideki odaların birinden geliyor ses. Evet, Esme benim. Salinger’ın roman karakteri diye, Esmeralda’nın kısaltılmışı diye, hava çok rüzgarlı diye veya esmerim diye konmuş bir isim değil. Babaannemin ismi “Esme” diye konulmuş, zaman zaman Ezme diye dalga geçilen bir isimmiş benimkisi. “Saat kaç fakında mısın? Niye uyumuyorsun hala?” bu da annemin sesi. Saat kaç olursa olsun her zaman uysal bir sesi vardır, uyandırmak istemeyen bir ses. Belki de annem diye.

“On dakika sonra.”

Ve yine ben insanların uyku seslerini dinliyorum. Derin iç çekişler…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder