Şimdi garip bir ders hikayesinde nasıl eğlendiğimi anlatmaya çalışacağım.
Grzywacz, hepimizi geziye götüreceğini söylediği anda sınıftaki 15 kişinin de eli gitmek için havaya kalktığı andan beri, gezinin tren ve yemek ücretinin rektörlük tarafından karşılanacağını duyduğum anki zevki hiçbir şeye de benzetemem. Nereye gidecektik? Leszno’ya, ki Leşno diye okunması konusunda ısrar eden herkese LEÇNO dedim. En son Kasha isimli arkadaşın hızla Leşno, Leşno tekrarlamasından sonra kendime gelip, Leşno’ya gideceğimi bildim. Leşno, esasen köklü bir ailenin toprağından oluşmuş, sonradan şehir olmuş, Wroclaw ve Ponzan arasında bir şehir. Ufak bir market alanı, eski binaları, yerel özellikleri ve gene “hiçbir şeyi” ve de göze hitap etmeyen müzesi ile Uşak gibi bir yere gitmiştik. Sinagog’u olan, savaştan çıkmış bir Uşak.
İlkin müzede soluluğu aldığımızda Grzywacz’ın simultan çevirisi ile Lehçe’den Almanca’ya şehrin hikayesini, muhterem Leszczyński ailesinin eşyalarını, armaları, eski kitapları, aile portreleri derken 1 saat boyunca not tutmaktan bitkin, dışarıda havanın 20’nin üzerinde, müzede ise eskinin verdiği soğukla kavrulmak şok edici değildi.
Müze avlusunda 15 kişilik grubumuzu çekilmiş kağıtlarla bölündük. İki Türk, bir Alman, bir de Polonyalı arkadaş ile biz Türkler “aha almanı kaptık” bakışları ile muzur muzur gülümsedik. Hedef ise, şehirdeki turistik yapılarının bazılarını gezip fotoğraflarını çekip, önümüzdeki haftalarda sunumlarını yapmaktı. Bu bazıları kısmı ise haritamızda yapıların isimleri ve numaraları vardı. Tam olarak 6 tane rastgele seçilmiş yapıyı 1 saat içinde gezip-fotoğraflayacaktık. Bunları ise İngilizce yazmak istiyorum:
1. Sulkowiskis Palace
2. Synagogue
3. Town Hall
4. St. George’s Hospital
5. The Holy Cross Church
6. Collection of Gravestone Sculptures
İlkin Kilise’ye gittik, Holy dendiğine bakmayın Vatikan ve Roma’dan sonra ne zaman kiliseye rastgelsem içine bile girmemeye, kendi içimde pis biri ve kilise kokusundan rahatsız olmaya, Katoliklere muhtemel yobaz gözüyle bakmaya başladığım için kendi içimde çirkinleştim. Ancak verdikleri isim kilise ile de hiç uyuşmuyor. Her yerde Jan pawel’in çirkin posterleri ile, düğün için hazırlık içinde orta halli bir kilisenin fotoğraflarını çektikten sonra hızla yakınlardaki 6 numaralı yeri arıyoruz fıldır fıldır. Meğersem kilisenin avlusuna 20-30 tane Protestan, Sims’te tombstone dediğimiz kül için olan mezar taşları ile de bakıştık iyice.
En fenası ise, bu mu lan, ist das so, was ist das, wirklich diyerek şaşkınlığımıza uğrayan Aziz Corç’un hastanesiydi. Hani lise binası gibi deriz ya, daha kötü bişey çıktı karşımıza. Bir de tarihi diye yutturmaya çalışmışlar ama yemedim. Şimdi ne o öyle hem boş, hem bakımsız, hem de kötü bir mütehayitten çıkmış gibi! Pozuma bile kıyamadım, arkadaşların çekmesine göz yumdum. Sunumu Power Point’ten yapacaktık nasılsa.
Belediye binası, Rathaus veya burada okunuşuyla Ratuş (lehçe), göze hoş gelen ama yenilenmiş bir yapıydı. Klasik Polonya’nın klasik ancak daha küçümen bir binasıydı. İçinde ise alt katında çocuk sergisi, üst katında modern sanatların dünyamıza kimse anlamasın diye kattığı birkaç çalışma vardı. Orada Hitler’in çocukluğunu, Björk’ün çocukluğunun yanında resmedilmiş bulduk.
2. sıraya geldiğimizde, Sinagog’un da yeniden yapıldığı ve müze olarak kullanıldığını, girişin de olmadığını öğrendik (o an için sadece). İşin en harika kısmı ise, Jan Pawel temalı bir resim sergisinin Sinagog’ta bulunmasıydı. Hehe lan.
1.sıra, İtalyan baş mimar tarafından yapılmış muzzam bir bahçesi olan saraydı. Dıştan bakınca Osmanlı Sarayı ile karşılaştırma yapamayacağımız türde, basit bir bina görüyoruz. Bina daha çok yangınlara kurban gidip gidip gelmiş tabi. İçinde Polon PTT’si bile vardı. Sıkıcıydı pek. Bahçesinde toplu resim çektirdik.
Yemekten önce Wienawa gibi bir isimde bir kafeye gittik. Alman Abla da yanımızdaydı. Bize kapuçino aldı. Ben kapuçinonun köpüğünü yerken, Türkiye’de kahvenin böyle içilip-içilmediğini sordu. Nasıl cevaplasam da hem zeki hem çevik olduğumu göstersem dedim. Espriyi bulduğumda Almancam yetersiz geldi, ben de cık demekle yetindim. Gene de Alman bizdeydi, sunum günümüzü ve tartışma detaylarını konuştuk. O an hepimiz Almandık adeta. Yemeğe gitmek için Sinagog’ta diğerleri ile buluştuk. Über bir püre ve Şinitzel beni beklerken Leh Hoşafı ile ramazanları andık.
Günün sonunda nasıl gıcık olduysak Leşno’ya, o kadar sevdik, üstelik eğlendik. Ne biçim bir yerdin sen Leszno… Gene İnterregio’ya binip Poznan’a, sevgili evimize geri döndük.
Poznan, C’est ma ville, sweet home, MEINE SCHÖNE HAUS.
lehçe öğrenmem gerekiyor mu gitmeden önce ya? ona göre yoğunlaştırılmış kursa katılayım falan diyorum.
YanıtlaSil:) yok yok sakın.
YanıtlaSilOkul bedeve kurs veriyor mesela ama ben almadım bile. Gerek yok öyle.