17 Mart 2010 Çarşamba

Karalama blog yaptım geçen...

Bu blog dünyası bence iyi oldu ülkeye. Kimisi cidden baya baya kendini yazıyor. Bayılıyorum. Okumaya bayılıyorum tabi, kendi tatminlerine değil. Yalan katmıyor değillerdir muhakkak ama şöyle bir bakınca kendi cinsel hayatını, kızlarla-erkeklerle ilişkilerini yazan daha da bir popüler oluyor. Benim canımı sıkan bunlar değil, zaten sizin canınızı sıkıyorsa kapatın gitsin. Zorla elimize tutuşturmuyorlar ya.

Şimdi benim asıl derdim kendime. Blogu karalama defteri gibi kullanmak her zaman mükemmel oluyor ama düşününce bir amaca hizmet ediyor da sayılmaz. Şimdi iki öykü karalanıyor, iki düşünce, iki an, iki bilmemne. Blog yazmaya başlıyor oluyoruz.
Aslında yazmak değil bu kesinlikle. Bunu çoğu “klavye” kabul eder. İşte “o an geldi ve elimden kayıp gitti” sözleri çoğumuza baya bir rahatlatma sağlıyor.

Eskiden defterler alırdım kendime, sert kapaklı, güzel bir görüntüsü olan. Önce önce kokulu mektup kağıtlarım vardı. Ne bileyim çeşit çeşit zarflar, her renk yazan kalemler; içinde japon figürleri olan not defterleri. Tüm harçlığımı kaleme, kağıda yatırıyordum bir dönem. Çoğunu da yarım bırakıyor ve ya yazdıklarımdan utanıp koparıyor, bantla ayırıyordum.

Orta sondaydım. Sınav yılıydı (lgs). Ben de her ortaokul talebesi gibi liseye iyi bir okul ve lise defterindeki gibi arkadaşlarım olsun, ne bileyim müzik dinleyelim beraber falan istiyordum. Orta okuldan nefret ediliyordu yani! Koşa koşa NT’ye gidip yeşil sert kapak bir defter almıştım. O ara Nt hem dersaneye yakındı, hem de baya şahane şeyler vardı hani renk adına. O defter bir dönüm noktası olmuştur tüm defterlerin içinde. Tüm şiirlerimi ince ince çiçek kokulu pembe kalemle geçirdim. Yalnız şiirler benim için efsaneydi: içinde ölüm, karanlık, dibe vuranlar… içindeki ahenk”sizlik” ve ironi ile uzun yıllar insanlardan kaçırdım defteri. Kimseye göstermemeliydim özel defterimi! Yıllar sonra onlar kitaplaştığında görebilirlerdi ya da ünlü bir metal grubu tarafından şarkı olduğunda!

O defterin de sonu belliydi ya: 20-30 sayfa kullanılmı, yıllar sonra zaten kalemin kokusu gitmiş, sayfalar topluca bantlanmış. (7 yıl geçmiş!)

Velhasıl, devam etti defter ve karalama sevdası. Kimi zaman hayalimdeki cafenin kuş bakışı görünümünü taşıdı, kimi zaman “çok olmak istediğim insan”ların hikayesi ve ya daha renkli şiirler.

Lise yılları daha güzeldi tabi, defterlerin içeriğinde önemli bir yere sahip olabilecek kadar.

Şimdi 20 yaşındayım az çok. Sert kapaklı, kalem koyma yeri olan defterim yurt odamda ama havlu koyduğum dolabın ta içinde. Arada okunuyor o defter, bir şeyler çok özlendiğinde… Yalnız, kalem ve kağıt buluşmuyor eskisi gibi.

Biraz, plak sevdalısı olup teknolojiye ateş püsküren orta yaşlı insanlar gibi düşündürüyor beni de “karalama” defterleri. Yani yeni nesil blog sistemleri. Hani artık giz yok, saklama korkusu yok, yaptıklarımızı gösterme dürtüsü var her an. İyi, ortalama ve cidden kötü yanlarını oluşturan bir bütün sanki, içinde akıyoruz, gittikçe kinayeli oluyor, aslında alaylı da.

Aksine bunları yazmama rağmen ben de izleyen insanları gördükçe mutlu oluyor, bayrak sayısı tutturuyor, kendimce çatışıyorum.

Ama yazmak veyazdıklarının okunmasının hazzı ne kadar güzel ki,

kendimizi kendimize “çelişkilendiriyor”!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder