13 Ağustos 2009 Perşembe

Yeni bir dünya için fedakarlık lazımdı. Buna önceleri korku ile yaklaşsam da gerçek yüzüme vurduğunda tamamen korkusuzdum. Korkusuzluk sanki vücudunuzdaki tüm kanın çekilmesi ya da bir daha var olmaması gibidir. Buna dahil olmak, bırakın ölümü, daha fazla acı çekmek olabilirdi.

“Koş Pesatrel, çok yakındalar.” Bütün gücümü sesime vermiştim. Baştan aşağı titriyordum, bunu yapamayacağımdan endişelenmiştim. Anında Pesatrel’in üzerine atlayıp kalkan olmuştum ve o görünmeyen kurşunlar bizi çok yakından sıyırmıştı. Öylesine tuhaf bir duyguydu ki, aklımdan sadece Pesatrel ve onun beyaz geleceği gelmişti. Ölmek için çok ama çok gençti ve hiç hak etmiyordu.

Hızlıca tünele girmeyi başarmıştık. Orada bizi dostlarımız bekliyordu, eğer sağ kaldılarsa. Yeterli silahı ve yiyeceği bulabilecektik. Tünel haritasını cebimden çıkardığımda oldukça yıpranmış ve yer yer silinmiş olduğunu gördüm. Felaketin bir habercisi olabilirdi, yenisini yapmak zaman kaybıydı. Yine de hislerle de ilerleyebilirdik, yanılma şansımız çok olsa da, bunu denedik.

Tünel’de çok az ışıklandırma vardı. Küf ve pas kokuları hakimdi sanki her yerde kan vardı, ölüm vardı… Ayağımızın altından geçen yaratıklar onlarla besleniyordu. Aşırı sıcağın yanında nefes almaya fırsat bile bulamıyorduk. Kafamızı kaldırmadan derin bir sükunetle ilerledik…

En son küçük bir deliğin içine de girdiğimizde sanki özlediğim bir kokuyu içime çektim. Geçmiş yaşamımda tattığım bir koku gibiydi, ama bunu bilmemin imkanı yoktu. Sadece koklamakla yetindim.

Bizi ilk karışlayan Meroma’ydı. Yüzünde bir gülümseme ile gözlerimizin içine baktı ve sıkı sıkı sarıldı. Ayrılalı yarım gün geçmişti sadece ama o yıllardır ayrıymışız gibi sıkıca sarıyordu. Bunu anlamak zor değildi, aslında hepimiz ölümle yüzleşmekten korkuyorduk.

Karargaha doğru yavaşça gittik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder