31 Ocak 2010 Pazar

Gün 4. Gerçek dostlar ve gerçek rüyalar

Tatiller insanı kendine getirir ve aslında ne aciz bir varlık olduğunu anlatmaya çalışır. Boşluk içine giren insan acayip saçmalar, her şeyi düşünür, binlerce hastalık bulup, arkadaşlarına komplo kurar. Bir şey olmamış gibi internetin en gereksiz sayfalarını kendine siper eder. Dergi testi çözer. Yalnızlığın ve tatilin zehiri sadece pazartesiden çıkan panzehirdir.

Bana sökmez. Benim çok önemli işlerim vardır tatil günleri. Kendimi kıskanacaksam haftasonu kıskanırım.
Pazar bulmacasının her sayfasını bitirdiğimde öğlen olmuştu. Temizlik yapmak istedim hemen. Aslında istemedim de, mecbur kaldım. Binlerce parazit pusu kurup bağışıklık sistemime iddaya giriyorlardı. Hissettim bunu. Aslında aklımdan bir melodi geçiyor sürekli dın dın dırı dın diye, keşke onu çıkarıp yazsam.

Kapı çaldı, hem de saat 12.14, hem de Pazar. Uğursuzlar.

Karşımda biraz mahçup, biraz kırmızı uzun boylu hafif orta yaşlı, ama hafif, bir adam beliriyor. Avrupai görünümü konuşmasıyla belli ederken, “Merhaba, ben kat komşunuzum, acaba ….” Sadece apartmana yönelik, şu an da beni bile ilgilendirmeyen fazladan uzayan bir sorunun soru kelimesini yanlış sonlandırmasıyla bitiyor. Uzun süre dalıyorum adama, cidden neden bahsettiğini anlamıyorum, kafamı vermiyorum.
Dehşete kapılıyorum. Binlerce kaçış planı yapıyorum. Boşluktan kendimi attığımı hayal ediyorum, kapıyı yüzüne kapatıp onlarca kilidi indirmeyi. “DEFOOL” diye bağırmayı…. On yaşında bir çocuğun, birini sevdiğini hissettiğinde yaptığı şeyi yapma ihtimaline giriyorum, yüksek bir oranla.

Daha heyecan ama aslında korku verici olan şeyse, rüyamdaki adamın yarım yamalak Türkçesi ile kablolu yayın hakkında sorular sorması. Göz bebeklerimin büyüdüğüne yemin edebilirim. Belki de behçettim, astımım, anemim arttı.

“Ne oldu size böyle?”

“Tansiyon sanırım, başım döndü. Afedersiniz.”

“yardım edeyim size?”

İçeri giriyor, ayakkabılarını çıkarmadan. Su alıyor ve bana tutuşturuyor, oturtmaya çalışıyor. Düşününce bir yabancıya göre ne kadar samimi. Hala korkum olsa da yabancı değil o bana. Bir an rüyamı ona da mı anlatsam diye düşünüyorum, sonra geçmiş yıllardaki başarısızlık oranlarım çizelge halinde gözümün önüne geliyor.
Sorularını cevaplayıp göndermeye bakıyorum bir an önce.
-
Akşam Sosis Parmak’tan bir telefon geliyor, “Yarın bir saat erken gelin, toplantı olacak” diye. Sosis adam. Aslında kalbi de sosisten.

İki tek atmaya dışarı çıkıyorum.

Yalan söyledim. En nefret ettiğim şey varsa o da tek atmaktır. Kola, meyve suyu ve ya asitli içecekleri alkolden daha lezzetli buluyorum ve aslında insanın kafasının güzel olması oldukça rezil bir durum. Beynindeki hücreleri bir bir öldürürken ve denge problemleri yaşarken, müzik bile rahatsız edici gelirken mi eğleniyor insanlar? Ağzın yüzün buruşuyor, karşındakinin saçmalıklarını dinliyor (ve o seninkini), kol kola girip sokakta büyük adımlarla şarkı mı söylemek eğlendirici?

Günümüz modern insanın psikolojik sorunlarının tavan yapmasına şaşmamalı.

İnternet kafeye, oradan X Çalışanları Lokali’ne de gitmiyorum tabi. Alkolsüz içecekleri, alkollüleri ile aynı fiyatta birkaç pub listesinden faydalanıp, okuldan eski bir arkadaşımı çağırıyorum. Llor ismi. Dünyada birinin cenazemi kaldırılması istense, sadece bunu yapabilecek tek insan. Ailem dışında, içimdeki cevheri bilen, buna saygı duyan biri Llor. Cevher dediysem de dünyaya olan yegane sevgimden bahsediyorum tabii.

Llor lisede kenarda oturan ve dünyadan haberdar olmayan, günümüz gençlerinden biriydi. Burnu iyi koku almaz, yolda giderken kimsenin orasını burasını incelemez, dünyavi tek zevki parmaklarını kenetleyip acil çözümler bulup, not defterine bir bir geçirmesidir. Onbeş yaşından beri tanıyordum onu ve dünyadan hala bihaber.
Pubta buluşmaya karar verdik. Yeni bir ceket giymişti bugün. İlk bakışta tanıyamadım, zaten ilk bakışta Llor’u annesi bile tanımaz eminim. Herkese benzeyen saçları var. Gözlerine bakınca da herkesin sahip olduğu bir rengi var, ama Llor konuştukça ayrılır herkesten. Dünya bir yana Llor bir yana çekilir ve yemin ederim bununla gurur duyarım.

“Annen nasıl Llor?”

“Senden hallice. Şu kokuyu alıyor musun? Korku kokuyorsun.”

Ah şu Llor da bir alem canım. Ancak kendimde komşu ve rüya ilişkisinden bahsedecek gücü bulamıyorum. Ortaokuldan bahsediyorum uzun uzun. Gerçek bir darp yarası almış taklidi yapıyorum. Bardakileri inceliyorum, isim falan veriyoruz beraber. Yere mısır atıp eziyoruz tüm gece.

Arabasıyla beni eve bırakmaya karar veriyor. Park yerinden çıkarken alkolün etkisiyle yandaki arabayı da çizmeyi ihmal etmiyoruz.

Çılgınlığımızdan gidip posta kutularını beyzbol sopasıyla ezeceğiz.

Derken Llor’u koltuğumda sızmış buluyorum, ben televizyonu izlerken arada kalkıp böğürme sesleri içinde lavaboya koşuyor, geri gelip yatıyor.

Hiç midem bulanmıyor, o benim gerçek dostum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder